Thursday, September 08, 2011

PALMER RAPORU VE İSRAİL’İN KUYRUĞUNA TAKILAN CHP

PALMER RAPORU VE İSRAİL’İN KUYRUĞUNA TAKILAN CHP*

1-       Palmer-Uribe raporu bazılarının iddia ettiği gibi, İsrail’in etkide bulunması ya da Turkiye’nin uluslararası kurumlarla iletişim beceriksizliği yüzünden mi daha çok İsrail’in tezlerini destekler şekilde çıkmıştır? Rapor Türkiye aleyhine hukuki sonuçlar doğurdu mu?

Palmer-Uribe Paneli tarafından hazırlanmış olan raporun belli açılardan İsrail lehine bir rapor olacağı başından Palmer ve Uribe isimleri açıklandığında belliydi. Eski Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe Velez yönetimi esnasında insan hakları ihlalleriyle bilinen bir kişidir. Uribe’nin kirli cikininda, insan hakları savunucularının güvenlik görevlilerince yasadışı gözlemlenmesi ve taciz edilmesi, bir komşu ülkeye (Ekvator) karşı uluslararası hukuk ihlalleri, rüşvet ve her türlü ekonomik ve mali kokuşmuşluk, insanlığa karşı işlenen suçlar ve teröre karşı mücadele adı altında işlenmiş çok sayıda aşırılıklar yer almaktadır. Böyle bir insanın özünde bir insani eylem olan İsrail’in Gazze’ye karşı uyguladığı ablukayı kırma girişimine karşı işlenen suçu soruşturmaya atanması olabilecek en büyük garipliklerden biridir. Uribe zamanına ait keşfedilen sadece bir kitlesel mezarda, yargısız infaz sonucu öldürülmüş yaklaşık 2000 kişinin cesedi bulunmuştur..

Uribe’nin Kolombiya’sı, dünyada İsrail ve Mısır’dan sonra en fazla Amerikan yardımı alan üçüncü ülke olduğu gibi, pek çok Amerikan üssüne de ev sahipliği yapmaktadır. İsrail ve Kolombiya arasında pek çok konuda tam bir fikir ve yaklaşım birliği olduğu gibi, iki haydut devlet arasında üst seviyeden askeri işbirliği de vardır.Son yıllarda, İsrail Kolombiya’ya en fazla silah ve askeri malzeme satan ülke olmuştur. Latin Amerikalılar arasında bu ülke “Latin Amerika’nın İsrail’i” olarak adlandırılmıştır. Ayrıca Uribe çeşitli Siyonist kuruluşların çeşitli ödüllerine layık görülmüş bir isimdir. İsrail’e karşı duyduğu yakınlık herkes tarafından bilinmektedir.

Komisyonun dört üyesinden ikisi zaten Türkiye ve İsrail tarafından atanmıştır. Rapora daha çok damgasını vuracak olan eski Yeni Zelanda Başbakanı Geoffrey Palmer ile Alvaro Uribe’dir ve Uribe’nin pozisyonu başından bellidir. Eğer bir yönlendirme olmuşsa, bu Palmer üzerinde olmuş demektir. Palmer bir uluslararası hukuk uzmanı olarak komisyonun da başındadır. Ancak 2010 yılının Eylül ayında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları komisyonunun atamış olduğu veri toplama heyetinin hazırlamış olduğu raporda İsrail’in Mavi Marmara’ya olan saldırısı açıkça yasadışı bir saldırı olarak belirlenmiştir. Lakin Palmer Raporu, BM İnsan Hakları Komisyonunun raporunu hiç gözönüne almamıştır. Üstelik komisyon heyeti, iki ülkenin sağladığı belge ve raporların yanısıra 100 tane tanığın ifadesine basvurmusken, Palmer heyeti sadece her iki ülkenin kendisine sağladıkları ile yetinmiştir.

Turkiye’nin konu üzerine hazırladığı rapor yanısıra pek çok delili de sunmuş olmasına rağmen, İsrail sadece kendi eyleminin hukuka uygun olduğunu savunan bir “bağımsız komisyon” raporunu Panele sunmuş ve delilleri ise kendine saklamıştır. Palmer-Uribe raporu da zaten açıkça ulaştıkları sonuca, yeterince unsurun gözönüne alınmadan ve sadece Türkiye ve İsrail tarafından kendilerine sunulanla yetinilerek varıldığını ve bu yüzden hukuka ve gerçeklere dayalı kesin bir karar olmadığını ve sadece bir görüş olduğunu belirtir.

Öte yandan Palmer-Uribe Paneli'nden önce kurulan BM İnsan Hakları Komisyonu veri toplama heyeti ile Türkiye tam anlamıyla işbirliği yapmışken, İsrail bu heyetle işbirliğini toptan reddetmiştir. Hal buyken, Palmer raporunda, hem hiç bir tanığın dinlenmediği, Panelin kendi değerlendireceği delilleri toplamağı ve sadece iki ülke tarafından sunulan delillerce yetinileceği söylenmesine rağmen, gemidekilerin İsrail askerlerine şiddete başvurduğunun ve bunun İsrail askerlerini kendilerini savunmaya ittiğini söylemesi ise, açıkça tarafgir bir tavır alındığının işaretidir. Bu başka tarafgirlik ise uluslararası konsensüse aykırı şekilde İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo ve ablukayı legal bulunması ve uluslararası sularda Mavi Marmara gemisini durdurmaya çalışmasını savunmasıdır.


Kısaca, Palmer’in şahsi üzerinde yönlendirme ve etkileme çabalarının söz konusu olduğunu iddia etmek mümkün olmakla beraber, Uribe’nin baştan pozisyonunun ne olduğu oldukça açıktır. Bu nedenle Türkiye’nin baştan Panel üyelerinin tarafsızlığı konusunda yeterince titiz davranmadığını söylemek mümkündür. Panel’in vardığı sonuçlara bakınca da, Türkiye’nin iletişimsizliği İsrail’in yonlerdirmesinden de ziyade, baştan bu Panel’in daha çok İsrail’i haklı çıkaran bir ara formül olarak düşünüldüğü bellidir. Sonuçta çıkan metnin hukukiliginden ziyade kullanışlılığı kıstası göze alınmış ve onun üzerinden İsrail lehine bir meşruiyet kurulmak istenmiştir.

2- Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer CHP kurmaylarının Palmer Raporu sonrasındaki açıklamalarını nasıl karşılıyorsunuz?

 İsterseniz bunun cevabını, biz “yeni” CHP’nin ABD’de pazarlamasını üstlenmiş Amerika’daki en güçlü İsrail lobisi olan Amerikan İsrail Kamu İlişkileri Komitesi (AIPAC)’nin düşünce kuruluşu olarak faaliyet gösteren Washington Enstitüsü (WINEP)’nde uzman sıfatıyla istihdam edilen Soner Çağaptay’ın 12 Haziran seçimleri öncesinde kaleme aldığı yazılarında izah ettiği düşüncelerinden yola çıkarak arayalım.[1]

CHP’deki değişimi, adeta kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir dönüşümmüş gibi Batılı çevrelere izah eden, ama Deniz Baykal’ı başkanlıktan uzaklaştıran kaset skandalına hiç deginmeyen yazılarında, Çağaptay “eski CHP”–“yeni CHP” ve “eski Kemalizm”-“yeni Kemalizm” tasniflerine gider. Çağaptay’a göre “Eski Kemalistlerin” idaresi altındaki gelişimini durdurmuş ve donmuş “eski CHP” Batı karşıtıdır ve katı laikçi-milliyetçi modernleşmeyi demokratikleşme ve halkın iradesine tercih etmektedir. “Yeni Kemalist” anlayışla yola çıkan “yeni CHP” fosilleşmiş bir siyasal yapıyı dinamik bir sosyal demokrat hareket haline dönüştürmeye başlamıştır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünde yeni Kemalistler, AK Parti’nin Orta Dogu’daki din temelli ittifak arayışlarına karşı, kuvvetli bir Batı yanlısı tutum takınmışlardır ve AB(D) yanlısı bir tutum içine girmiştir.

Soner Çağaptay’ın gerçekliği yansıtmaktan ziyade, apaçık bir şekilde Yeni CHP’yi 12 Haziran seçimleri öncesinde ABD’nde pazarlama amacını taşıyan yukarıda  aktardığımız fikirleri bize bir proje ile karşı karşıya olduğumuzu gösterdiği gibi, bu projenin hazırlanmasında katkısı olan merkezlerin birisinin de adresini vermektedir. Deniz Baykal yönetimindeki Eski CHP’nin özellikle ABD, AB ve İsrail’le ilişkiler konusunda yukarıdaki tabloya tam olarak oturmadığı bir gerçektir. WİNEP ve benzeri İsrail yanlısı ve neo-kon kuruluşların Turkiye’de 28 Şubat Sureci’nde başrolü oynayan aktörlerle olan işbirliği ve bu süreçe olan katkıları oldukça açık seçik bilinen bir gerçektir. WİNEP o dönemde adeta o dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in ikinci adresi olmuştur. Aşırı sağcı ve emperyalist bir dış politika vizyonuna sahip olan bu kuruluşun “solcu, liberal ve sosyal demokrat Yeni CHP’nin pazarlanması işinde rol üstlenmesi oldukça düşündürücüdür. İlişkinin boyutu pazarlamanın da ötesine gitmektedir. WİNEP, bir zamanlar Çevik Bir’e ikinci adres olduğu gibi, şimdi de yeni CHP’nin kurmaylarının endamlarını göstermek için kullandığı bir araç olmuştur.

CHP’nin eski Genel Başkan Danışmanı ve  şimdiki Genel Başkan Yardımcısı emekli Büyükelçi Faruk Logoğlu 22 Kasım 2010 yılında Washington’da Washington Enstitüsü’nce düzenlenen “Türk-Amerikan Ortaklığını Yeniden Üretmek” konulu bir konferanstaki sunumda “Türkiye’nin ruhunu gösteren ve modern Turkiye’yi karakterize eden şeyin Turkiye’nin ABD, İsrail, NATO ve AB ile olan ilişkileri olduğunu” söylemiştir. Ona göre Turkiye’nin ABD ile olan ilişkileri kaçınılmaz bir zorunluluk üzerine oturmaktadır ve İsrail’le ilişkiler sağlıklı olmadıkça ABD ile ilişkilerin sağlıklı bir zeminde götürülmesi de mümkün değildir. AB ile ilişkiler de Turkiye’de demokrasi ve laikliğin geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır.

28 Mart 2010’da yine Washington Enstitüsü’nde yapılan bir konuşmada, CHP Genel Başkan Yardımcısı Osman Korutürk, yeni CHP’nin dış politika vizyonunu anlattığı konuşmasında Logoğlu’nun ifade ettiği görüşleri tekrarlamıştır. Daha da ilginci, gerek heyet olarak yurtdışında yaptıkları görüşmelerde gerekse Turkiye’de medyaya yapılan açıklamalarda yeni CHP’nin dış politika kurmayları Washington Enstitüsü merkezli olarak başlatılan ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyice gerilmesi neticesinde bütün Batı medyasında görülmeye başlayan “eksen kayması” tartışmalarını tescil ettiler ve hatta “eksen değişmesi” kavramını tedavüle soktular. 2011 yılının Mart ayında Washington’a gönderilen CHP heyeti yine aynı görüşleri tekrarladı ve bu arada Washington Enstitüsü’nde de bir konuşma yapmayı ihmal etmediler ve her bulundukları ortamda İsrail’le ilişkileri onarma sözü verdiler. Kemal Kılıçdaroğlu da aynı fikirleri Avrupa gezisi esnasında tekrarladı.

Bu kısa açıklamamız gösteriyor ki, Palmer Raporu sonrasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Genel Başkan Yardımcısı Faruk Logoglu’nun AK Parti hükümetinin İsrail politikasını kinamalari ve rapor öncesi ve sonrasında İsrail’le yaşanan gerginlikten hükümeti sorumlu tutmaları bir tesadüf değil, Deniz Baykal’in CHP Genel Başkanlığını kaset operasyonu sonucu kaybetmesinden sonra ortaya çıkan yeni sürecin bir parçasıdır.  


[1] Bu konuda ayrıntılı bilgi için, daha önce Mercek Akdeniz’de yayınlanmış olan ““Yeni CHP” Bir Amerikan Projesi midir?” başlıklı makaleme bakabilirsiniz: http://siyaset-toplum.blogspot.com/2011/06/yeni-chp-bir-amerikan-projesi-midir.html
*Yazi Bu hafta yerel gazete, Mercek Akdeniz'de yayinlanacaktir.